سُورَةُ يسٓ

Yasin

Makkiyyah - 83

بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ

يسٓ
1

yā sīn

Yâ Sîn.

وَٱلْقُرْءَانِ ٱلْحَكِيمِ
2

wal-qur'ānil-ḥakīm

Hikmet dolu Kur'an'a andolsun.

إِنَّكَ لَمِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ
3

innaka laminal-mursalīn

Şüphesiz sen, gönderilen peygamberlerdensin.

عَلَىٰ صِرَٰطٍ مُّسْتَقِيمٍ
4

ʿalā ṣirāṭim mustaqīm

Dosdoğru bir yol üzeresin.

تَنزِيلَ ٱلْعَزِيزِ ٱلرَّحِيمِ
5

tanzīlal-ʿazīzir-raḥīm

Bu Kur'an, üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.

لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّآ أُنذِرَ ءَابَآؤُهُمْ فَهُمْ غَٰفِلُونَ
6

litunżira qawmam mā unżira ābā'uhum fahum gāfilūn

Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için indirilmiştir.

لَقَدْ حَقَّ ٱلْقَوْلُ عَلَىٰٓ أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
7

laqad ḥaqqal-qawlu ʿalā akṡarihim fahum lā yu'minūn

Andolsun, onların çoğu hakkında söz gerçekleşmiştir; artık onlar iman etmezler.

إِنَّا جَعَلْنَا فِىٓ أَعْنَٰقِهِمْ أَغْلَٰلًا فَهِىَ إِلَى ٱلْأَذْقَانِ فَهُم مُّقْمَحُونَ
8

innā jaʿalnā fī aʿnāqihim aglālan fahiya ilal-ażqāni fahum muqmaḥūn

Biz onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.

وَجَعَلْنَا مِنۢ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَٰهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
9

wa jaʿalnā mim bayni aydīhim saddaw wa min khalfihim saddan fa'agsyaynāhum fahum lā yubṣirūn

Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.

وَسَوَآءٌ عَلَيْهِمْ ءَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
10

wa sawā'un ʿalayhim a'anżartahum am lam tunżirhum lā yu'minūn

Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.

إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ ٱتَّبَعَ ٱلذِّكْرَ وَخَشِىَ ٱلرَّحْمَٰنَ بِٱلْغَيْبِ ۖ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
11

innamā tunżiru manit-tabaʿaż-żikra wa khasyiyar-raḥmāna bil-gaybi fa basysyirhu bimagfiratiw wa ajrin karīm

Sen ancak Zikr'e uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.

إِنَّا نَحْنُ نُحْىِ ٱلْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا۟ وَءَاثَٰرَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَىْءٍ أَحْصَيْنَٰهُ فِىٓ إِمَامٍ مُّبِينٍ
12

innā naḥnu nuḥyil-mawtā wa naktubu mā qaddamū wa āṡārahum, wa kulla syay'in aḥṣaynāhu fī imāmim mubīn

Şüphesiz ölüleri dirilten biziz, biz. Onların yaptıkları her şeyi ve bütün izlerini yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır.

وَٱضْرِبْ لَهُم مَّثَلًا أَصْحَٰبَ ٱلْقَرْيَةِ إِذْ جَآءَهَا ٱلْمُرْسَلُونَ
13

waḍrib lahum maṡalan aṣḥābal-qaryati iż jā'ahal-mursalūn

Onlara, o memleket halkını misal getir. Hani oraya elçiler gelmişti.

إِذْ أَرْسَلْنَآ إِلَيْهِمُ ٱثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوٓا۟ إِنَّآ إِلَيْكُم مُّرْسَلُونَ
14

iż arsalnā ilayhimuṡnayni fa każżabūhumā fa ʿazzaznā biṡāliṡin fa qālū innā ilaykum mursalūn

Biz onlara iki elçi göndermiştik, onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: 'Biz size gönderilmiş elçileriz' dediler.

قَالُوا۟ مَآ أَنتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَمَآ أَنزَلَ ٱلرَّحْمَٰنُ مِن شَىْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا تَكْذِبُونَ
15

qālū mā antum illā basyarum miṡlunā wa mā anzalar-raḥmānu min syay'in in antum illā takżibūn

Dediler ki: 'Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.'

قَالُوا۟ رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّآ إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
16

qālū rabbunā yaʿlamu innā ilaykum lamursalūn

Elçiler şöyle dediler: 'Rabbimiz biliyor ki biz size gönderilmiş elçileriz.'

وَمَا عَلَيْنَآ إِلَّا ٱلْبَلَٰغُ ٱلْمُبِينُ
17

wa mā ʿalaynā illal-balāgul-mubīn

Bizim görevimiz, açık bir şekilde tebliğ etmekten başka bir şey değildir.

قَالُوٓا۟ إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ ۖ لَئِن لَّمْ تَنتَهُوا۟ لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
18

qālū innā taṭayyarnā bikum, la'il lam tantahū lanarjumannakum wa layamassannakum minnā ʿażābun alīm

Dediler ki: 'Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız ve bizden size acı bir azap dokunur.'

قَالُوا۟ طَٰٓئِرُكُم مَّعَكُمْ ۚ أَئِن ذُكِّرْتُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ
19

qālū ṭā'irukum maʿakum, a'in żukkirtum, bal antum qawmum musrifūn

Elçiler dediler: 'Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size öğüt verildiği için mi uğursuzluğa uğruyorsunuz? Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz.'

وَجَآءَ مِنْ أَقْصَا ٱلْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَىٰ قَالَ يَٰقَوْمِ ٱتَّبِعُوا۟ ٱلْمُرْسَلِينَ
20

wa jā'a min aqṣal-madīnati rajuluy yasʿā qāla yā qawmit-tabiʿul-mursalīn

Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: 'Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyun.'

ٱتَّبِعُوا۟ مَن لَّا يَسْـَٔلُكُمْ أَجْرًا وَهُم مُّهْتَدُونَ
21

ittabiʿū mal lā yas'alukum ajraw wa hum muhtadūn

Sizden hiçbir ücret istemeyen bu kimselere uyun, onlar hidayete ermiş kimselerdir.

وَمَا لِىَ لَآ أَعْبُدُ ٱلَّذِى فَطَرَنِى وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
22

wa mā liya lā aʿbudul-lażī faṭaranī wa ilayhi turjaʿūn

Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim? Siz de yalnız O'na döndürüleceksiniz.

ءَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِۦٓ ءَالِهَةً إِن يُرِدْنِ ٱلرَّحْمَٰنُ بِضُرٍّ لَّا تُغْنِ عَنِّى شَفَٰعَتُهُمْ شَيْـًٔا وَلَا يُنقِذُونِ
23

a'attakhiżu min dūnihī ālihatan iy yuridnir-raḥmānu biḍurril lā tugni ʿannī syafāʿatuhum syay'aw wa lā yunqiżūn

O'ndan başka tanrılar mı edineyim? Eğer Rahman bana bir zarar dilerse, onların şefaati bana hiçbir fayda vermez ve beni kurtaramazlar.

إِنِّىٓ إِذًا لَّفِى ضَلَٰلٍ مُّبِينٍ
24

innī iżal lafī ḍalālim mubīn

İşte o zaman ben apaçık bir sapıklık içinde olurum.

إِنِّىٓ ءَامَنتُ بِرَبِّكُمْ فَٱسْمَعُونِ
25

innī āmantu birabbikum fasmaʿūn

Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım, beni dinleyin.

قِيلَ ٱدْخُلِ ٱلْجَنَّةَ ۖ قَالَ يَٰلَيْتَ قَوْمِى يَعْلَمُونَ
26

qīlad-khulil-jannah, qāla yā layta qawmī yaʿlamūn

Ona: 'Cennete gir!' denildi. O da: 'Keşke kavmim bilseydi!' dedi.

بِمَا غَفَرَ لِى رَبِّى وَجَعَلَنِى مِنَ ٱلْمُكْرَمِينَ
27

bimā gafara lī rabbī wa jaʿalanī minal-mukramīn

Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını keşke bilselerdi!

۞ وَمَآ أَنزَلْنَا عَلَىٰ قَوْمِهِۦ مِنۢ بَعْدِهِۦ مِن جُندٍ مِّنَ ٱلسَّمَآءِ وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ
28

wa mā anzalnā ʿalā qawmihī mim baʿdihī min jundim minas-samā'i wa mā kunnā munzilīn

Ondan sonra kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik ve indirecek de değildik.

إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَٰحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَٰمِدُونَ
29

in kānat illā ṣayḥataw wāḥidatan fa'iżā hum khāmidūn

Sadece korkunç bir ses oldu, bir anda sönüverdiler.

يَٰحَسْرَةً عَلَى ٱلْعِبَادِ ۚ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُوا۟ بِهِۦ يَسْتَهْزِءُونَ
30

yā ḥasratan ʿalal-ʿibād, mā ya'tīhim mir rasūlin illā kānū bihī yastahzi'ūn

Yazık o kullara! Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, ille de onunla alay ederlerdi.

أَلَمْ يَرَوْا۟ كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنَ ٱلْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ
31

alam yaraw kam ahlaknā qablahum minal-qurūni annahum ilayhim lā yarjiʿūn

Görmüyorlar mı, kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik? Onlar artık bir daha kendilerine dönmeyecekler.

وَإِن كُلٌّ لَّمَّا جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ
32

wa in kullul lammā jamīʿul ladaynā muḥḍarūn

Onların hepsi de toplanıp huzurumuza getirileceklerdir.

وَءَايَةٌ لَّهُمُ ٱلْأَرْضُ ٱلْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَٰهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ
33

wa āyatul lahumul-arḍul-maytatu aḥyaynāhā wa akhrajnā minhā ḥabban fa minhu ya'kulūn

Ölü toprak onlar için bir delildir. Biz onu diriltir ve ondan taneler çıkarırız da onlardan yerler.

وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّٰتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَٰبٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنَ ٱلْعُيُونِ
34

wa jaʿalnā fīhā jannātim min nakhīliw wa aʿnābiw wa fajjarnā fīhā minal-ʿuyūn

Biz orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık.

لِيَأْكُلُوا۟ مِن ثَمَرِهِۦ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ
35

liya'kulū min ṡamarihī wa mā ʿamilat-hu aydīhim, afalā yasykurūn

Ta ki onun meyvesinden ve ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

سُبْحَٰنَ ٱلَّذِى خَلَقَ ٱلْأَزْوَٰجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنۢبِتُ ٱلْأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ
36

subḥānal-lażī khalaqal-azwāja kullahā mimmā tumbitul-arḍu wa min anfusihim wa mimmā lā yaʿlamūn

Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı yücedir.

وَءَايَةٌ لَّهُمُ ٱلَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ ٱلنَّهَارَ فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ
37

wa āyatul lahumul-laylu naslakhu minhun-nahāra fa'iżā hum muẓlimūn

Gece de onlar için bir delildir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıkta kalırlar.

وَٱلشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ۚ ذَٰلِكَ تَقْدِيرُ ٱلْعَزِيزِ ٱلْعَلِيمِ
38

wasy-syamsu tajrī limustaqarril lahā, żālika taqdīrul-ʿazīzil-ʿalīm

Güneş de kendisi için belirlenen yerde akar gider. Bu, üstün ve bilen Allah'ın takdiridir.

وَٱلْقَمَرَ قَدَّرْنَٰهُ مَنَازِلَ حَتَّىٰ عَادَ كَٱلْعُرْجُونِ ٱلْقَدِيمِ
39

wal-qamara qaddarnāhu manāzila ḥattā ʿāda kal-ʿurjūnil-qadīm

Ay için de birtakım menziller belirledik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi olur da geri döner.

لَا ٱلشَّمْسُ يَنۢبَغِى لَهَآ أَن تُدْرِكَ ٱلْقَمَرَ وَلَا ٱلَّيْلُ سَابِقُ ٱلنَّهَارِ ۚ وَكُلٌّ فِى فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
40

lasy-syamsu yambaghī lahā an tudrikal-qamara wa lal-laylu sābiqun-nahār, wa kullun fī falakiy yasbaḥūn

Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.

وَءَايَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِى ٱلْفُلْكِ ٱلْمَشْحُونِ
41

wa āyatul lahum annā ḥamalnā żurriyyatahum fil-fulkil-masyḥūn

Onlar için bir delil de bizim, nesillerini dolu gemide taşımamızdır.

وَخَلَقْنَا لَهُم مِّن مِّثْلِهِۦ مَا يَرْكَبُونَ
42

wa khalaqnā lahum mim miṡlihī mā yarkabūn

Ve onlara, binecekleri bunun gibi başka şeyler de yarattık.

وَإِن نَّشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنقَذُونَ
43

wa in nasya' nugriqhum falā ṣarīkha lahum wa lā hum yunqażūn

Dilesek onları suda boğarız da kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur, ne de kurtarılırlar.

إِلَّا رَحْمَةً مِّنَّا وَمَتَٰعًا إِلَىٰ حِينٍ
44

illā raḥmatam minnā wa matāʿan ilā ḥīn

Ancak bizden bir rahmet ve belli bir zamana kadar yaşatma vardır.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ٱتَّقُوا۟ مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
45

wa iżā qīla lahumut-taqū mā bayna aydīkum wa mā khalfakum laʿallakum turḥamūn

Onlara: 'Önünüzdekinden ve arkanızdakinden sakının ki size merhamet edilsin' denildiğinde yüz çevirirler.

وَمَا تَأْتِيهِم مِّنْ ءَايَةٍ مِّنْ ءَايَٰتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا۟ عَنْهَا مُعْرِضِينَ
46

wa mā ta'tīhim min āyatim min āyāti rabbihim illā kānū ʿanhā muʿriḍīn

Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmez ki ondan yüz çevirmesinler.

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا۟ مِمَّا رَزَقَكُمُ ٱللَّهُ قَالَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ لِلَّذِينَ ءَامَنُوٓا۟ أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَآءُ ٱللَّهُ أَطْعَمَهُۥٓ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِى ضَلَٰلٍ مُّبِينٍ
47

wa iżā qīla lahum anfiqū mimmā razaqakumul-lāhu qālal-lażīna kafarū lil-lażīna āmanū anuṭʿimu mal law yasyā'ul-lāhu aṭʿamahū in antum illā fī ḍalālim mubīn

Onlara: 'Allah'ın size verdiği rızıktan hayra harcayın' denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere derler ki: 'Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseyi biz mi doyuracağız? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.'

وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَٰذَا ٱلْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَٰدِقِينَ
48

wa yaqūlūna matā hāżal-waʿdu in kuntum ṣādiqīn

Ve derler ki: 'Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?'

مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَٰحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ
49

mā yanẓurūna illā ṣayḥataw wāḥidatan ta'khużuhum wa hum yakhiṣṣimūn

Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini yakalayacak korkunç bir sesten başka bir şey beklemiyorlar.

فَلَا يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلَآ إِلَىٰٓ أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ
50

falā yastaṭīʿūna tawṣiyataw wa lā ilā ahlihim yarjiʿūn

Artık ne bir vasiyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.

وَنُفِخَ فِى ٱلصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ ٱلْأَجْدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ
51

wa nufikha fiṣ-ṣūri fa'iżā hum minal-ajdāṡi ilā rabbihim yansilūn

Sûr'a üfürülür, bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp Rablerine koşuyorlar.

قَالُوا۟ يَٰوَيْلَنَا مَنۢ بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا ۜ ۗ هَٰذَا مَا وَعَدَ ٱلرَّحْمَٰنُ وَصَدَقَ ٱلْمُرْسَلُونَ
52

qālū yā waylanā mam baʿaṡanā mim marqadinā, hāżā mā waʿadar-raḥmānu wa ṣadaqal-mursalūn

Şöyle derler: 'Eyvah bize! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahman'ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.'

إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَٰحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ
53

in kānat illā ṣayḥataw wāḥidatan fa'iżā hum jamīʿul ladaynā muḥḍarūn

Sadece bir tek çığlık kopmuştur. Bir de bakarsın ki, hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.

فَٱلْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـًٔا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
54

fal-yawma lā tuẓlamu nafsun syay'aw wa lā tujzawna illā mā kuntum taʿmalūn

Bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.

إِنَّ أَصْحَٰبَ ٱلْجَنَّةِ ٱلْيَوْمَ فِى شُغُلٍ فَٰكِهُونَ
55

inna aṣḥābal-jannatil-yawma fī syugulin fākihūn

Cennet ehli bugün nimetler içinde sefa sürerler.

هُمْ وَأَزْوَٰجُهُمْ فِى ظِلَٰلٍ عَلَى ٱلْأَرَآئِكِ مُتَّكِـُٔونَ
56

hum wa azwājuhum fī ẓilālin ʿalal-arā'iki muttaki'ūn

Onlar ve eşleri gölgelerde tahtlar üzerine yaslanırlar.

لَهُمْ فِيهَا فَٰكِهَةٌ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ
57

lahum fīhā fākihatuw wa lahum mā yaddaʿūn

Orada onlar için meyveler vardır. İstedikleri her şey onlarındır.

سَلَٰمٌ قَوْلًا مِّن رَّبٍّ رَّحِيمٍ
58

salāmun qawlam mir rabbir raḥīm

Merhametli Rabden onlara 'Selam' sözü vardır.

وَٱمْتَٰزُوا۟ ٱلْيَوْمَ أَيُّهَا ٱلْمُجْرِمُونَ
59

wamtāzul-yawma ayyuhal-mujrimūn

Ey suçlular! Bugün sizler bir tarafa ayrılın.

۞ أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَٰبَنِىٓ ءَادَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا۟ ٱلشَّيْطَٰنَ ۖ إِنَّهُۥ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
60

alam aʿhad ilaykum yā banī ādama al lā taʿbudusy-syayṭān, innahū lakum ʿaduwwum mubīn

Ey Âdemoğulları! Ben size: Şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, demedim mi?

وَأَنِ ٱعْبُدُونِى ۚ هَٰذَا صِرَٰطٌ مُّسْتَقِيمٌ
61

wa aniʿbudūnī, hāżā ṣirāṭum mustaqīm

Bana kulluk edin, doğru yol budur, demedim mi?

وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا ۖ أَفَلَمْ تَكُونُوا۟ تَعْقِلُونَ
62

wa laqad aḍalla minkum jibillan kaṡīrā, afalam takūnū taʿqilūn

Andolsun ki o sizden pek çok nesli saptırdı. Hâlâ akıl erdiremiyor muydunuz?

هَٰذِهِۦ جَهَنَّمُ ٱلَّتِى كُنتُمْ تُوعَدُونَ
63

hāżihī jahannamul-latī kuntum tūʿadūn

İşte bu, tehdit edildiğiniz cehennemdir.

ٱصْلَوْهَا ٱلْيَوْمَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ
64

iṣlawhal-yawma bimā kuntum takfurūn

İnkâr ettiğinizden dolayı bugün oraya girin.

ٱلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَىٰٓ أَفْوَٰهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَآ أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُم بِمَا كَانُوا۟ يَكْسِبُونَ
65

al-yawma nakhtimu ʿalā afwāhihim wa tukallimunā aydīhim wa tasyhadu arjuluhum bimā kānū yaksibūn

O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.

وَلَوْ نَشَآءُ لَطَمَسْنَا عَلَىٰٓ أَعْيُنِهِمْ فَٱسْتَبَقُوا۟ ٱلصِّرَٰطَ فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ
66

wa law nasyā'u laṭamasnā ʿalā aʿyunihim fastabaquṣ-ṣirāṭa fa'annā yubṣirūn

Dilesek onların gözlerini büsbütün kör ederdik de yola koyulmak için birbirleriyle yarışırlardı. Fakat nasıl görecekler?

وَلَوْ نَشَآءُ لَمَسَخْنَٰهُمْ عَلَىٰ مَكَانَتِهِمْ فَمَا ٱسْتَطَٰعُوا۟ مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ
67

wa law nasyā'u lamasakh-nāhum ʿalā makānatihim famastaṭāʿū muḍiyyaw wa lā yarjiʿūn

Dilesek onları oldukları yerde dondurur, şekillerini değiştirirdik de ne ileri gidebilirler ne de geri dönebilirlerdi.

وَمَن نُّعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِى ٱلْخَلْقِ ۖ أَفَلَا يَعْقِلُونَ
68

wa man nuʿammirhu nunakkis-hu fil-khalq, afalā yaʿqilūn

Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılışta tersine çeviririz. Hâlâ akıllarını kullanmıyorlar mı?

وَمَا عَلَّمْنَٰهُ ٱلشِّعْرَ وَمَا يَنۢبَغِى لَهُۥٓ ۚ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْءَانٌ مُّبِينٌ
69

wa mā ʿallamnāhush-shiʿra wa mā yambaghī lahū, in huwa illā żikruw wa qur'ānum mubīn

Biz ona şiir öğretmedik, bu ona yaraşmaz da. O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.

لِّيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ ٱلْقَوْلُ عَلَى ٱلْكَٰفِرِينَ
70

liyunżira man kāna ḥayyaw wa yaḥiqqal-qawlu ʿalal-kāfirīn

Diri olanları uyarsın ve kâfirler hakkındaki söz gerçekleşsin diye indirdik.

أَوَلَمْ يَرَوْا۟ أَنَّا خَلَقْنَا لَهُم مِّمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَآ أَنْعَٰمًا فَهُمْ لَهَا مَٰلِكُونَ
71

awalam yaraw annā khalaqnā lahum mimmā ʿamilat aydīnā anʿāman fahum lahā mālikūn

Görmediler mi ki, biz onlar için ellerimizin yaptıklarından nice hayvanlar yarattık da onlara sahip oluyorlar.

وَذَلَّلْنَٰهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ
72

wa żallalnāhā lahum faminhā rakūbuhum wa minhā ya'kulūn

O hayvanları onların emrine verdik. Onlardan binekleri vardır, onlardan yerler.

وَلَهُمْ فِيهَا مَنَٰفِعُ وَمَشَارِبُ ۖ أَفَلَا يَشْكُرُونَ
73

wa lahum fīhā manāfiʿu wa masyārib, afalā yasykurūn

Onlarda daha nice faydalar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?

وَٱتَّخَذُوا۟ مِن دُونِ ٱللَّهِ ءَالِهَةً لَّعَلَّهُمْ يُنصَرُونَ
74

wattakhażū min dūnil-lāhi ālihatal laʿallahum yunṣarūn

Yardım olunurlar ümidiyle Allah'tan başka ilahlar edindiler.

لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُّحْضَرُونَ
75

lā yastaṭīʿūna naṣrahum wa hum lahum jundum muḥḍarūn

Onlar bunlara yardım edemezler. Oysa kendileri bunlar için hazır askerlerdir.

فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ ۘ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
76

falā yaḥzunka qawluhum, innā naʿlamu mā yusirrūna wa mā yuʿlinūn

Onların sözleri seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliyoruz.

أَوَلَمْ يَرَ ٱلْإِنسَٰنُ أَنَّا خَلَقْنَٰهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
77

awalam yaral-insānu annā khalaqnāhu min nuṭfatin fa'iżā huwa khaṣīmum mubīn

İnsan görmedi mi ki, biz onu bir nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık bir hasım kesilmiş.

وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِىَ خَلْقَهُۥ ۖ قَالَ مَن يُحْىِ ٱلْعِظَٰمَ وَهِىَ رَمِيمٌ
78

wa ḍaraba lanā maṡalaw wa nasiya khalqah, qāla may yuḥyil-ʿiẓāma wa hiya ramīm

Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' diyor.

قُلْ يُحْيِيهَا ٱلَّذِىٓ أَنشَأَهَآ أَوَّلَ مَرَّةٍ ۖ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
79

qul yuḥyīhal-lażī ansya'ahā awwala marrah, wa huwa bikulli khalqin ʿalīm

De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her türlü yaratmayı bilendir.

ٱلَّذِى جَعَلَ لَكُم مِّنَ ٱلشَّجَرِ ٱلْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَآ أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
80

allażī jaʿala lakum minasy-syajaril-akhḍari nāran fa'iżā antum minhu tūqidūn

O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz.

أَوَلَيْسَ ٱلَّذِى خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ بِقَٰدِرٍ عَلَىٰٓ أَن يَخْلُقَ مِثْلَهُم ۚ بَلَىٰ وَهُوَ ٱلْخَلَّٰقُ ٱلْعَلِيمُ
81

awa laysal-lażī khalaqas-samāwāti wal-arḍa biqādirin ʿalā ay yakhluqa miṡlahum, balā wa huwal-khallāqul-ʿalīm

Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.

إِنَّمَآ أَمْرُهُۥٓ إِذَآ أَرَادَ شَيْـًٔا أَن يَقُولَ لَهُۥ كُن فَيَكُونُ
82

innamā amruhū iżā arāda syay'an ay yaqūla lahū kun fa yakūn

Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri sadece ona 'Ol!' demektir. O da hemen oluverir.

فَسُبْحَٰنَ ٱلَّذِى بِيَدِهِۦ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
83

fa subḥānal-lażī biyadihī malakūtu kulli syay'iw wa ilayhi turjaʿūn

Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah'ın şanı yücedir ve siz O'na döndürüleceksiniz.